2 Ekim 2012 Salı

To Rome With Love


Yine bir Woody Allen filmi, yine bir şaheser. Gişe kaygısı taşımadan, tamamen özgür bir ruhla çekilen filmlerde; oyuncular da aynı rahatlıkta olunca, ortaya seyrine doyum olmayan bir film çıkıyor. Woody Allen bu filminde de yine birbirinden farklı mesajları hınzırca seyirciye iletiyor,  ve izleyicisini yine düşünmeye itiyor.

Roma’da birbirinden farklı 4 hikaye işleniyor. Küçük kasabalarından büyük şehir Roma’ya gelen çiçeği burnunda karı koca, kendi halinde bir memur ve ailesi, Amerikalı bir turist ve onun adres sorarken aşık olduğu Roma’lı genç ve aileleri ve son olarak da ünlü bir mimar ve onun ağabeylik! yaptığı gençlerin yaşadığı aşk üçgeni.

Küçük kasabalarında naif bir aşk yaşayan ve bununla da son derece mutlu olan genç evliler, büyük şehre gelince doğal ortamlarından ayrılmalarının getirdiği şaşkınlık ve saflıkla dejenerasyon yolunda adımlarını atıyorlar. Genç koca, ailesinin ün, karizma ve gösteriş dünyasına adapte olamayıp, içinde bastırdığı cinsel tecrübesizlik ile savaşırken, eşi ise ünlülere hayran olmanın getirdiği iştah ile neye niyet neye kısmet diyebileceğimiz deneyimler yaşıyor.

Her gün aynı rutinlikle hayatını yaşayan, kendi halindeki Romalı memurumuz ise, bir gün aniden ünlü oluyor ve halk için meşhur olmanın nimetleri nelermiş bizzat tecrübe ediyor. Federico Fellini’nin Dolce Vita adlı filmindeki Paparazzo isimli basın fotoğrafçısı sayesinde günlük hayatımıza giren paparazzi kelimesini hak eden onlarca medya mensubu sayesinde, memurumuz bir anda televizyonlara, radyolara çıkmaya başlıyor. Ne yediğinden, ne giydiğine kadar merak konusu oluyor; hatta medya, sabahları traşını nasıl olduğunu bile öğrenmek istiyor. Medyanın gücüyle, hiçbir özelliği olmayan sıradan hatta çekici bile sayılmayacak bir insanın nasıl bir anda en başarılı, en seksi, en karizmatik hale geldiği çok güzel gözler önüne seriliyor.  Andy Warhol’un  “ Bir gün herkes 15 dakikalığına bile olsa meşhur olacak” sözünü haklı çıkarırcasına medyanın bir insanı, toplum önünde nasıl ilahlaştırdığını görüyoruz.

Üçüncü hikayede ise, Amerikalı turist kız ile, Romalı yakışıklı avukatın aşkları sebebiyle bir araya gelen kültürleri farklı iki aile önceleri intibak sorunu yaşasalar da, yine ünlü olmak ve bundan rant elde etmek adına orta yolu buluyorlar. Meşhur ve başarılı olma isteği, sanatı marjinal boyutlara taşıyor ve belki de aslında çağdaş sanat dediğimiz olgu böyle böyle ortaya çıkıyor.

Son hikayede ise ünlü bir mimar gençliğinde Roma’da bir sene öğrenci olarak yaşadığı için, eşi ve dostlarıyla Roma’nın tarihi eserlerini gezmek istemeyip, öğrenciyken yaşadığı Trastevere’ye doğru, belki de kendi gençliğine doğru yola çıkıyor.  Yaşadığı yere gelince, kendisi gibi mimar olmak isteyen bir gençle karşılaşıyor ve onunla beraber onun sevgilisi ve yakın arkadaşının hayatlarına misafir oluyor. Ben burada bu gencin, ünlü mimarın gençliği olduğunu düşündüm. Her ne kadar filmde farklı isimlere sahiplermiş gibi gösterilseler de, aynı sokakta oturuyor olmaları, kadrajda olmasına rağmen sanki hayali bir karaktermiş gibi anlatılması, sevgilisinin yakın arkadaşının nasıl bir kız olduğuna dair süper isabetli tahminler yapması, neredeyse kızın söyleyeceklerini önceden biliyor olması ve başta kullandığı Ozymandias melankolisi tamlamasını aslında kimden öğrenmiş olabileceğini göstermesi gibi sebepler bana ünlü mimarın Trastevere sokaklarında gezerken kendi gençliğine gidip, o anıları tekrar yaşadığını düşündürtü. Two is a company, three is a crowd derler, bu aşk üçgeninde kalabalığı oluşturan ve araya sonradan katılan manipülatif kişilik Monica , entelektüel, özgürlükçü ve kendine güveni tam bir görüntü sergiliyor. Ünlü sözlerden, şiirlerden ve ünlü kişilerden alıntılar yaparak entelektüel yapısını sergilemeye çalışıyor. Hatta bir yerde, benim de favorileri roman karakterlerimden biri olan, dünyanın en meşhur mimarı Howard Roark’tan ve onun karizmatik kişiliğinden bile bahsediyor.

Dünyanın açık hava müzelerinden biri olan Roma’nın eşsiz güzelliklerini de doyasıya gösteren Woody Allen, en sonunda her hikayeyi kendi içinde mutlu sona bağlayarak filmini noktalıyor ve bize oturun, düşünün diyor. Haksız yere elde edilen şöhret, altı doldurulmamış entelektüelite, karizma ve cemiyet kaygısı, ünlülere duyulan anlamsız hayranlık, rutinden kurtulma isteği ne gibi sonuçlar doğurabilir düşünün diyor. Sonuçta her hikaye, To Rome With Love’daki gibi mutlu sonla bitmeyebilir.

1 yorum:

  1. Bu filmi alıp almamakta kararsız kalmıştım haftasonu. İlk işim almak olacak, yanlız hikayelerin sonunu değiştirmek bazen elimizde. Filmi izleyip tekrar yorum yapacağım

    YanıtlaSil