20 Şubat 2012 Pazartesi

Fetih 1453

Türk sinema tarihinin bugüne kadar yapılmış en büyük bütçeli ve en büyük projesi olan Fetih 1453’ü Cuma akşamı seyretme fırsatı buldum.  Filmin benim için çok büyük anlamı ve önemi var; önce sizlere onu açıklayayım.

Öncelikle, proje ta 2003 senesinde ilk olarak benim hayata geçirmeye çalıştığım bir projeydi. O zamanlar Troy ve Kingdom of Heaven adlı filmleri izleyip bizim İstanbul'un Fethi hikayemizin bir çağı sona erdirmesi nedeniyle konu olarak, onlardan çok daha önemli, görsel açıdan çok daha muhteşem ve aynı zamanda İstanbul de için ciddi bir reklam olabileceğini düşünmüştüm. Bizansa yardıma gelen Ceneviz gemileri ile yapılan Yeşilköy savaşı ile hem deniz savaşı, günlerce süren muhasara ile hem kara savaşı, hem de gemilerin karadan denize indirilmesi gibi sahneler ile film başka hiç bir filmde olamayacak kadar ihtişamlı olabilirdi. Ben de oturdum konuyla ilgili 10’un üzerinde kitap okuyup, "Constantinople, İmkansızı Fethetmek" adlı bir hikaye yazdım. Hikayenin ana kahramanı olarak da Ulubatlı Hasan'ı seçtim.

Ulubatlı Hasan'ın, Ulubat köyünde çocukken aşık olup sevdiği ve kaçırdığı köylüsüyle, hem evlenme hem de asker olma sevdasıyla başkent Edirneye gelişi, orada evlenişi, ve II. Mehmet'in tahta geçtikten sonra, İstanbul'un Fethi için asker sayısını arttırmasından yararlanarak Osmanlı ordusuna katılışını ve orduda yükselerek, Fatih'in gözde askerleri arasına girişini ve devamında Osmanlı karakolu olan Çorlu Kalesine teftiş komutanı olarak eşiyle beraber gönderilişini ve kendisi kalede değilken Bizanslılar tarafından kaleye baskın yapılması sebebiyle ve Ulubatlı Hasan'ın eşi Nazlı'nın Bizans’ın elinde tutsak kalışını, daha sonrada savaşın başlamasıyla iki aşığın özlem dolu hikayesini ve kavuşamamalarını işledim.

Bu hikayeyi, sevgili Ayşe – Zehra Levent kardeşlerin büyük özverileri ve yardımlarıyla İngilizceye de çevirip biraz da mükemmeliyetçi yapım yüzünden, projenin bir Hollywood yapımı olması halinde dağıtımının çok daha fazla ülkede yapılabileceğini ve Türkiye'nin tanıtımı için çok daha yararlı olacağını düşünüp 2005 senesinde Los Angeles'a gittim. Orada yaşayan ve film endüstrisinde çalışan sevgili arkadaşım Thomas Callicoat yardımıyla 1 ay boyunca yapımcı yapımcı dolaştık ama bütçeler hep 150-200 milyon USD dolaylarında oldu ve bir kaç yapımcı şirket bir araya gelerek projeyi üstlenebileceklerini belirttiler. Sinema sektöründen olmamam yüzünden ve ailemi daha fazla yalnız bırakamadığım için geri dönmek zorunda kaldım, bir daha da gidip o işleri kovalayacak fırsatım olmadı. Daha sonra yazdığım hikayeyi 2006 yılında gerekli gördüğü yerlere göstermesi için Tursak Vakfı Başkanı Engin Yiğitgil'e verdim. Sonra da işlerimin yoğunluğu ile daha fazla ilgilenemedim.

Fatih Aksoy'un, ciddi anlamda benim hikayemden esinlenmiş olabileceğini düşünüyorum. Çünkü, İstanbul'un Fethini çekerken yaşayıp yaşamadığı bile tam olarak belli olmayan, öyle bir savaşta burçlara ilk bayrağı kimin diktiğinin bilinmesinin çok mümkün olamayacağı düşüncesiyle daha çok bir şehir efsanesi olarak anılan Ulubatlı Hasan'ın ve onun sevgilisinin hikayesini işlemek kaç kişinin aklına gelir bilmiyorum. Bu arada hiç bir şekilde bir telif hakkı peşinde değilim, onu da peşinen söyleyeyim. Benim için böyle bir filmin çekilmiş olması bile hayallerimin gerçek olması anlamında beni manevi olarak yeterince tatmin etti, ama yazılı basında bazı yazarların yazdıklarına da katılmıyor değilim.

Projeyi çok detaylı olarak düşünmüş, üzerine çok çalışmış ve maddi manevi emek harcamış biri olarak eleştirme hakkını kendimde gördüğümden birkaç şey sıralamadan geçemeyeceğim. Bir kere bana göre Türk sinema tarihinin en büyük projesi olan bu film, çok daha iyi bir hikaye ile çekilebilirdi ve eğer çekilirken filmin konusu açısından benim de naçizane fikirlerim de alınsaydı çok daha iyi bir hikaye seyretmiş olabilirdik.

Maalesef doğru dürüst bir hikaye örgüsü bile yok. Aynı Ahmet Hakan’ın köşe yazısında dediği gibi Fatih Sultan Mehmet rolündeki oyuncu yeteri kadar tahtı doldurmuyor ve konuşmalar diyaloglardan çok yaşanmış literatüre geçmiş klişe sözlerden oluşuyor. Aslında filmin tamamı bize yıllar boyunca anlatılan klişe olayların art arda eklenmesi ile oluşmuş. Hz Muhammed'in sözü, ardından II. Mehmed'in sözü, ardından padişahın atını denize sürmesi, ve nihayetinde de Eyüp Sultan'ın mezarının bulunması vs. Bir tek, Osmanlı ordusu şehri kuşatmışken Bizanslıların “melekler erkek mi dişi mi” diye tartışmaları eksik kalmış o kadar.

Ben, hikayemde Bizans’a ve İmparator Konstantin'e gereken saygıyı göstermiştim ama ne yazık ki Fatih Aksoy aynı şekilde davranmamış ve film biraz Kara Murat vari bir film olmuş ve son olarak aşk öyküsü çok iğreti durmuş, çok suni başlamış ve suni devam etmiş. Diyaloglar nerdeyse Bağdat caddesi gençlerinin ağzıyla yazılmış. Eski Türkçe ya da Osmanlıca neredeyse hiç replik yok. Gemilerin karadan denize indirilmesi bile çok kısa anlatılmış, sonrasında Haliç'e yaptıkları baskın es geçilmiş. Hani bilmeyen biri bu gemiler niye karadan denize indirildi diye sorabilir. Ayrıca 3 tane tarih profesörünün danışmanlığı altında film çekildi denmesine rağmen tarihi bir hata yapılmış. Filmde, fetih sırasında Macar kralı Ladislas'ın bir haçlı ordusu ile Bizans’a yardıma geleceği söylentileri dolaşıyor, halbuki Ladislas Fatih Sultan Mehmed'in babası II. Murat ile yaptığı Varna savaşında ölüyor. Bu da yapılmaması gereken bir hataydı ama maalesef dikkat edilmemiş. Bir ilginç ayrıntı daha Hasan'ın ismi hep Hasan olarak geçiyor. Bir kere bile Ulubatlı lafı söylenmiyor. Bu kadar eleştirinin yanında olumlu yanları da söylemeden geçemeyeceğim, filmin görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni, kostümcüsü, dekorcusu, animasyon işleri yapan ekip süper iş çıkarmışlar. Dövüş ve savaş sahneleri gerçekten çok başarılı. Çok emek verilmiş, oyuncular ellerinden gelenin en iyisini yapmışlar. Ortaya da zevkle seyredilen bir film çıkmış

Çok uzun yıllar hayalini kurmuş olsam da sinema sektörü ile alakam olmaması sebebiyle hayata geçiremediğim senaryomu Allahtan zamanında birçok arkadaşıma okutmuşum ve WGA (Writers Guild of America) adlı kurumdan telifini almışım ki şimdi rahat rahat bu satırları yazabiliyorum. Zaten zamanında Doğan Hızlan’a bile göndermiştim. Şimdi senaryo olarak duran hikayeyi edebi hale getirip roman olarak hazırlıyorum. Her şey yolunda giderse umarım yaza doğru kitabevlerinin raflarını süslemeye başlayacak. Basılır da okuma fırsatı bulursanız benim hikayem ile Fatih Aksoy’un filmindeki benzer yerleri anımsamanız için Fatih Aksoy’un benden esinlenmiş olabileceğini düşündüğüm yerleri aşağıda belirtmek istedim

Fatih Aksoy 3 yerde ciddi anlamda benim hikayemden etkilenmiş olabilir, karar sizin
1-  Ulubatlı Hasan ve sevgilisini anlatmış, bir aşk hikayesi eklemeye çalışmış.
2- Ulubatlı Hasan ölürken aynı benim hikayemdeki gibi sevgilisi uzaktan ölüşünü görüyor ve yıkılıyor.

3- Fatih Sultan Mehmet, savaşın ortasında bir ara Ulubatlıyı çadırına çağırıp, "bana kılıç kullanmasını öğretirken kılıcı çok sıkı tutarsan elin acır, gevşek tutarsa elinden kaçırısın, ama orta sertlikte tutarsan en iyi şekilde hamle yaparsın, biz de kılıcımızı en iyi şekilde tutup bizansı alıcaz" gibi çok da anlamlı olmayan bir cümle sarfediyor. Ben hikayemde, Bizans imparatoru Konstantin oğluna kılıç kullanmayı öğretirken " oğlum gitgide kendini geliştiriyorsun, kendine göre güzel bir kılıç yaptır, çünkü kılıç kişiye özeldir, eğer kabzası eline göre fazla kalınsa tutamazsın elinden fırlar, inceyse elini acıtır, kılıç ağırsa kaldıramazsın, hafifse elinden savrulur, kılıcın uzunsa iyi hamle yapamazsın, kısaysa seni korumaz" gibi bir cümle kullanmıştım, oldukça değiştirerek filmde kullanmış.

Bütün bunlara rağmen film görsel olarak bir şölen olmuş, Fatih Aksoy çok uğraşmış, çok para harcamış ve Hollywood ayarında bir film yapmış. Ben hikaye olarak çok daha iyisinin yapılbileceğine emin olsam da teknik olarak gayet güzel bir film yapılmış ve Fatih Aksoy’u bu satırlarla gıyabında tebrik etmek isterim. Üç beş yerde benden esinlenmiş olma ihtimali ve belki de projeye esin kaynağı olmam da beni ayrıca sevindirdi. Hem Türk sinemasının geleceği açısından hem de tarihimizin en önemli zaferlerinden birini iyiniyetli bir şekilde ve çok güzel bir teknik ile anlattığı için önemli olduğundan muhakkak görülmesi gereken bir film olmuş. İyi seyirler.


Tolga AYKUT