Peki, sorunlar çözülecek mi? Bence hayır. Çünkü hala sorunun ne olduğu belirlenmiş ve anlaşılmış değil. Bir kere sorunun kaynağının ne olduğunu tam anlamadan bu tür sıkıntıları tamamıyla ortadan kaldırmak hiçbir zaman mümkün olamaz. Olayların sebebi, sporun ve sporcunun artık “zeki, çevik ve ahlaklı” olmamasından kaynaklanmaktadır. Burada spor ve sporcu derken tabi ki sepetin içinde çürük olandan çok çok daha fazla sağlam elma vardır ama 3-5 çürük elma maalesef bütün sepeti kokutmaya yeter.
Spor tüm dünyada maalesef acınacak bir hale gelmiştir. Medyanın yardımıyla çok daha geniş kitleleri etkisi altına alabilmesi, aidiyet psikolojisi ile taraftar haline gelmiş ve manevi olarak birçok emek harcamış kişileri sömürmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmüştür. Spor gibi tamamen gönül bağıyla yapılan bir işe maalesef BAHİS bulaşmıştır. Spor, oynayanı, yöneteni ve izleyeni olarak 3 farklı tarafın yer aldığı bir unsurdur. Bu taraflardan biri gönül bağı ile bağlıyken diğerlerinden bazılarının tamamen farklı amaçlar gütmesi olayları bu noktaya getirmektedir.
İçinde bahis olan bir sektörde sonuçların gerçek olup
olmadığını kim bilebilir? Bizler tuttuğumuz takımların aldığı sonuçlarla
sevinip ya da üzülürken belki de birilerinin kazanç sağladığı bir tiyatro için
gaza geliyoruz, ya da kahroluyoruz.
Bugün herhangi bir spor mücadelesinde oyuna ilk kim başlayacaktan tutun
da, ilk faulü kimin kullanacağına kadar en akla gelmeyecek şeyler için bile
bahis oynamak mümkün. Üstelik legal olarak oynanan bahsin belki 10 katı illegal
olarak oynanmakta. Kontrol edilebilir olanın haricinde çok daha yüksek miktarda
kontrol edilemeyen bir sistemin olması işi daha da içinden çıkılmaz bir hale
getiriyor.
Tansu Çiller, Başbakanlık yaptığı dönemde, birçok kişinin
ocağını söndürdüğü gerekçesiyle Türkiye sınırları içinde kumarhaneleri
yasaklamıştı. O tarihten sonra da bir daha Türkiye sınırları içerisinde legal hiçbir
kumarhane açılmadı. Peki, internet üzerinden ya da bayiler aracılığıyla oynan
spor bahsi de bir çeşit kumar değil midir? Ocaklar söndürmüyor mudur? Birilerine haksız kazançlar sağlamıyor mudur?
Son 10 yılda kulüplerin neredeyse % 80 i batma noktasına
gelmiştir. Anlamsızca yapılan transferler, bir oyuncu için 5-6 ayrı menajere
ödenen paralar, ederinin çok üstünde bedellerle transfer edilip 2-3 maç oynatılıp bedelsiz
elden çıkarılan oyuncular, yarı sezonda başarısız diye astronomik tazminatlar
ödenerek gönderilen teknik direktörler, hiçbir
başarı garanti etmemesine karşın oyunculara verilen dudak uçuklatan yıllık
ücretler, oyuncuların vergi vermemesinden yararlanılarak sözleşmelere yazılan
ücretlerden imza sonrası alınan komisyonlar, bir yandan yeni heyecanlar
yaratarak izleyenlerin ümitlerini sürekli taze tutarken, öte yandan milli
değerlerimiz olan kulüplerimizin kasalarını boşaltmaktadır. Bugün gelinen
noktada Beşiktaş kulübü belki de önümüzdeki sene hak etse dahi Avrupa
kupalarında yer alamayacaktır. Futbol kulüplerimizin yöneticileri transfer
politikasına baktıkları mantıkla kendi şirketlerini yönetirler mi acaba? Bugün başarısından
direk şahsi kazanç elde edeceği bir yöneticiyi kendi şirketine söz konusu
tazminat şartlarında ya da transfer politikasıyla işe alırlar mı acaba?
Kulüplerimiz dernek statüsünde olduklarından, yani herhangi
bir kişiye ait olmadıklarından Ökkeş babanın tekkesi muamelesi görmekte ve
sansasyon yaratmak ya da ses getirmek amacıyla değerleri şuursuzca tüketilmektedir.
2010 Senesindeki Bursaspor’un elde ettiği şampiyonluk hariç, 1984 senesinden
beri sadece 3 takım arasında geçen yarışta, şampiyon olunamayan her sene, zaten
olasılık 1/3 iken, taraftar baskısı öne sürülerek, takip eden sene başarılı
olmak adına sayısız transferler yapılmakta, kulüplerin paraları sokağa
atılmakta ve bütün bu harcamalara rağmen, zaten 3 takımdan biri şampiyon
olmakta yani sonuç değişmemektedir.
Futbol kulüplerimiz arasında Fenerbahçe Spor Kulübü hariç
başka hiçbir kulüp kendi imkanlarıyla tesisleşmemiş ya da yeni yatırımlar ile
ek kaynaklar yaratamamıştır. Beşiktaş Futbol Kulübü zamanında sahip olduğu
arsalar ile son derece akıllı yatırımlar yapmışsa da o yatırımlardan gelen
paralar mirasyedi psikolojisi ile tüketilmiştir. Şimdi gelecekteki gelirler
bile temlik altındadır. Galatasaray Kulübü ise 2000 senesinde elde ettiği
başarıyı daha da ileri götürmek adına yaptığı sayısız hatalı transferler
sonucunda uğradığı zararı halen telafi edememiş sadece Ali Sami Yen stadının
arazisine karşılık yaptırdığı ama gelirlerinden tam olarak yararlanamadığı yeni
bir stada sahip olmuştur.
Günümüzde futbol bir spor olmaktan çıkıp bir endüstrisi
haline gelmiştir ve bundan maddi çıkar elde eden yönetici, oyuncu ve medya
birbirine 3 maymunu oynamaktadır. Bir tarafta basın, diğer tarafta yöneticiler
ve son olarak da oyuncular bir üçgen yapmış ve tek maddi çıkar gütmeyen, işin
sadece manevi tarafı ile ilgilenen taraftarı ortada sıçan şeklinde
oynatmaktadırlar. Taraftarlar takımlarının şampiyon olmalarına ya da olamamalarına
bakmaksızın, iyi günde de kötü günde de takımlarını desteklemekte ama kötü gün
gerçekten kötü müdür ya da iyi gün gerçekten iyi midir bilememektedirler.
Bu gemi şimdilik bu şekilde gidiyor gözükse de yakında su
alıp batma tehlikesi geçireceği aşikardır. Kulüplerimiz çok uzun zamandır
sürekli yüksek bedellerle futbolcu almakta ama doğru dürüst bir gelir getirecek
satış yapamamaktadır. Takımlarımız, salt taraftarlar sayesinde elde edilen, yayın
gelirleri, forma satışları ve tribün gelirleri gibi desteklerle ayakta kalmaya
çalışmakta ve bu gelirlerin kesilmemesi için de; medya çoğu zaman gerçekleri saptırdığı yetmiyormuş gibi, görsel ve yazılı basında sürekli güdüleme yaparak, taraftarları daha da fanatik bir hale getirmeye çalışmaktadır. El Clasico 140 ülkede seyredilirken, medyamız tarafından sürekli pompalanarak dünyanın en büyük derbileri arasında sayılan Fenerbahçe - Galatasaray derbisini bizden başka kimse seyretmemektedir. Yurt dışında sadece yayıncı kuruluşun yurt dışı yayını sayesinde yine Türkler tarafından seyredilmektedir. Dünyanın en büyük derbilerinden biri bu kardeşim diye gazı alan taraftarlar bu güdülemeler sonucunda git gide daha fanatik ve sadık olmakta, takımlarını desteklemek için bulundukları katkıyı arttırmaya çalışmaktadırlar. Oysa kısır döngü değişmemekte, bu katkılar çoğu zaman olduğu gibi yine çarçur edilmektedir. Hiçbir sektör ya
da endüstri böyle bir politika ile uzun süre yaşayamaz. Bahis oyunları, vergisel anlamda başta devlete, sonrasında
ise bunu yönetenlere olağanüstü kazançlar sağladığı için kaldırılması ihtimali
son derece düşüktür ama var olduğu sürece de hiçbir zaman alınan sonuçların
gerçek olduğundan emin olamayız. İllegal olanınaysa hiç girmiyorum.
Futbolun, alınan
sonuçları içimize sindirdiğimiz ve yeniden zevk aldığımız bir hale gelmesi için
öncelikle sporun tabiyatına aykırı olan bahis olayının halledilmesi ve arkasından da
gerekli düzenlemeler ile kulüplerimizin mali durumlarını düzeltici önlemler
alınması gerekmektedir. Altyapıya önem vererek, oyuncu ücretlerine üst sınır
getirerek, oyuncuları talep ettiklerinden daha fazlasına imza attırarak aradaki
rakamın komisyon olarak alınmasını engellemek adına vergiyi kulüplerin sırtından
alıp oyunculara yükleyerek, başarıya endeksli bir prim sistemi oluşturarak ve
daha demokratik yönetimler kurarak zor da olsa güneşli günlere ulaşmak mümkün.
Yeter ki artık düğmeye basılsın.
Son söz : Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.
Mustafa Kemal Atatürk
Tolga AYKUTSon söz : Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim.
Mustafa Kemal Atatürk