
Buraya kadar her şey çok güzel ama filmde ana fikir olarak bizi düşünmeye iten şey oldukça can sıkıcı. İnsanoğlunun anlamsız vahşeti, başka bir filmle, bir kez daha gözler önüne seriliyor. Başkalarını başarı ya da başarısızlığını seyretme ve ondan zevk alma; maalesef yeme, içme, barınma gibi temel güdülerimizden biri haline gelmiş vaziyette. Gladyatörlerin zamanından beri süregelen bu vahşet izleme isteği, her ne kadar ilim ve teknolojide çağ atlayacak seviyelere gelsek de popülaritesinden hiçbir şey kaybetmiyor. Hunger Games filminde 12 bölgeden birer kız birer erkek olmak üzere kura ile seçilen 24 kişi ölümüne girdikleri bir yarışta hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Ölümüne yapılacak yarışma öncesi adayların psikolojileriyle öyle bir oynanıyor ki, yarışmacılar sanki birbirlerini öldürmeye değil de, eğlenceye gelmiş gibi bir ruh haline bürünüyorlar. Seyredenler ise, bir süre sonra karşılarındaki kişilerin 23 tanesinin ölmesini değil de toplu düğün seremonisi seyredecekler gibi davranıyorlar. İnsanın iç dünyası gerçekten çok garip ve gizemli. Uygun notadan ses vererek, herhangi birini, istenilen ruh haline hazırlamak mümkün. Bu filmde de 74. sü düzenlenen Açlık Oyunları’nı yaratanlar bu psikolojiyi çok iyi öğrenmişler. Rating kaygısıyla, yarışmacıları tribünlere en iyi oynayacakları şekilde eğitiyorlar. Yarışmacılar da allah için, uygun şekillerde ölerek ve öldürerek, izleyenlere iyi bir seyir yaşatıyorlar.
Filmler tabi ki gerçek hayatın biraz abartısı, ama tüm dünyada izleme rekorları kıran Survivor, ya da diğer rating kaygısından öteye gitmeyen, galibine hiçbir şey kazandırmayan, mağlubunun ise sonrasında yaşayacağı psikolojik çöküntüyü hesaba katmadan milyonların önünde afişe eden yarışmalar çok mu farklı? Örneğin şu an Ebru Akel’in sunduğu zayıflama programı, Açlık Oyunlarından ne farkı var? Hatta isim konusunda telif sıkıntısı olmasa, Açlık Oyunları diye aynı ismi bile koyabilirler. 100 kilonun üzerinde bir sürü insan, televizyon karşısında onları izleyen kişiler için orada ter dökmüyorlar mı? O insanların zayıflaması, TV kanalının ne kadar umurumdadır gerçekten bilmiyorum ama bu tür rating uğruna yapılmış, seyredene ve yarışana hiçbir şey katmayan programlar bizleri uyutmaktan öteye gitmiyor maalesef. Yukarda bahsettiğim Running Man filmini izleyenler bilirler, orada sistemi kuranlar, bu tür ölümüne yapılan oyunlarla halkı uyutup, oyalarken bir diğer taraftan da çarklarını döndürüyorlardı. Zaten eski Roma’da da Sezarların arenada gladyatör dövüşü yaptırma sebepleri, cahil ve aç olan halkın ilgisini dağıtmak, onların gazını almak ve coşkuya getirmekti. Günümüzde kanunlar ve nizamlar uygulandığı için ölümüne yarışların TV ekranlarından yapılmıyor olması, daha hafifletilmiş olarak çekilen diğer anlamsız yarışma ve oyunları haklı çıkarmıyor ne yazık ki. Peki, insanoğlu olarak biz niye bu kadar vahşiyiz? Neden bu anlamsız yarışmaları seyrediyoruz ve bizi uyutarak sömürmeye çalışan ve güdüleyen bir güce boyun eğiyoruz? Dünyamız güzellikler ve iyiliklerle doluyken neden manşetlerde veya programlarda kötü haberler daha çok yer alıyor? Egomuzun koyduğu hedeflere ulaşamamanın getirdiği keyifsizliği, başkalarının başına gelen kötü şeylerle mi hafifletiyoruz ve teselli oluyoruz? Yoksa taş devri insanıyken hayatta kalabilmek için içimizde filizlenmiş “ölmemek için öldür” fikrinin anca evrimleşebilmiş hali mi bu güdülerin sebebi? Sebebi hakkında eminim psikologlar benden çok daha iyi ve doğru yorumlar yapacaklardır ama çok da sebebini bilmek gerekmiyor açıkçası. Yanlış olduğunu bilmek bence yeterli.
Bizler bilim ve teknolojide ileri giderek, maddiyatımızı ve maneviyatımızı üst seviyelere çıkarsak da vahşete olan ilgimiz kaybolmuyor. Daha sağduyulu olup, bilinçlenmedikten sonra, üstünden 2000 yıl geçmiş de olsa, insanoğlu uzaya bile çıkabilmiş de olsa, eski Roma’dan çok öteye gidebilmiş olmayacağız maalesef.
Tolga AYKUT
PS: Ve işte yazıyı yazdıktan sadece 2 gün sonra Hürriyet gazetesinde çıkan bir haber. Kimbilir basına yansımayan daha neler vardır.
http://www.hurriyet.com.tr/planet/20317486.asp
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder