George Clooney’in hayat verdiği karakter, Matt King aynı buna benzer bir cümle ile başlıyor hikayesini anlatmaya. Dünyadaki en güzel köşelerden biri olan Hawaii de, işinin gücünün yoğunluğundan, ailesine olan sorumluluklarından, yıllardır surf yapamadığından doğru dürüst bir tatile bile gitmediğinden bahsederek, Hawaii de değil de sanki dünyanın siyah beyaz başka bir yerindeymiş gibi, cennetteki sıkıcı hayatını anlatmaya başlıyor.
Prensipleri yüzünden sıkışmış kalmış, kendini hiçbir zaman bırakıp koyvermemiş, işinde gücünde, dürüst, etik değerlere sahip, iyi niyetli ve ahlaklı bir adam iken ailesinin başına gelen şok edici olay karşısında hayatı ve gerçekleri altüst olan ama kabuk değiştirerek yeni bir yaşama merhaba demeye çalışan bir adam Matt King. İki kızı, ilk başta bocalasa da sonrasında yaşlarına göre şapka çıkartılacak bir olgunlukla geçmiş travmaları ve acıları gömüp ailenin kenetlenmesini sağlıyorlar. Çocukların babalarından, babalarının çocuklarından çok şey öğrendiği ve birlikte olgunlaşılan bu süreçte, geçmişle ve yaşananlarla yüzleştikten sonra nihayetinde affedici olarak, sırtlarındaki yükü boşaltıyorlar ve sevgi, güven ve huzur dolu bir geleceğe göz kırpıyorlar.
Artist’i seyretmedim ama George Clooney benim gönlümün Oscarını aldı. Matt King’in büyük kızını oynayan Shailene Woodley ise hem yeteneği ile hem de güzelliği ile daha bir çok prodüksiyonda karşımıza çıkacak gibi duruyor. The Descendants, hayat kadar gerçek, içeriğinin tersine pozitif duygular uyandırmaya çalışan, çarpıcı ve düşündürücü bir film. Mekanlar, oyunculuklar çok iyi, hikaye çok sağlam. Muhakkak görmenizi tavsiye ederim.
Tolga AYKUT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder