Spordan, politikadan, sinemadan, sanattan, aşktan, meşkten ve
ilişkilerden konuşup da paradan, puldan, evden barktan konuşmamak olmaz, bu
sefer biraz da finans konuşalım istedim. Uzun yazmış diye ürkmeyin, bir anda yazının sonuna geleceksiniz bana inanın. Bakalım diğer konular kadar ilgi
çekici olacak mı?
2008 Senesinde ABD’de başlayan mortgage krizi, finans
piyasalarını alt üst etmiş, neticesinde özel sektöre bulaşmış, oradan Avrupa’ya
sıçramış ve devamında da bütün dünya borsalarının düşmesine, şirketlerin batmasına,
milyonlarca kişinin işini ve evini kaybetmesine sebep olmuştu.
Bilmeyenler, unutanlar ya da finans piyasalarının
karmaşıklığı sebebiyle anlayamayanlar için ilkokul düzeyinde krizi şöyle
anlatabiliriz. Amerikan aileleri mortgage adı verilen banka kredileri ile evler
aldılar. Bu alımlar sebebiyle oluşan talep yüzünden de ev fiyatları arttı. Fiyatların
artması ise kredi kullananların ek krediler almasını sağladı. Sayısal örnekle
açıklarsak 200.000 dolar değerinde ev alan bir aile, Amerika’da % 90 oranında
kredi kullanılabildiği için 180.000 dolarlık banka kredisi kullandı. Talep
yüzünden evlerinin değeri bir zaman sonra 300.000 dolara çıktığında, kredi
mevzuatı % 90 kredi kullanımını desteklediği için bu sefer 270.000 dolarlık
kredi kullanabilir hale geldiler. 90.000 dolarlık ek krediyi kullanarak
evlerini dekore ettiler ya da parayı güzelce çıtır çıtır yediler. Bankalar ise
bu faizi karlı mortgage işini, bonoya çevirip alınır satılır bir enstrüman
haline getirdiler ve diğer bankalara sattılar. İşler öyle bir hal aldı ki,
değerinin çok üstüne çıkan bir ev için, satıldığında hiçbir şekilde
kapanamayacak büyüklükte krediler kullanılmış oldu ve bu kredi riskini de faizi
karlı mortgage bonolarını alan bütün bankalar yüklenmiş oldu.
Saadet zinciri bir gün koptu ve ev fiyatları düşmeye
başladı. Bankalar düşen fiyatlar yüzünden kredileri geri çağırdılar ama aileler
ödeyemediler. Bu sefer bankalar, evlere el koymaya ve evleri satarak paralarını
kurtarmaya çalıştılar ama bankalar tarafından satılan her ev, gayrı menkul
piyasasını daha da aşağıya çekmeye başladı. Ev fiyatları düştükçe bankalar ve
aileler batmaya başladılar. Mortgage’in çok yoğun olmadığı Avrupa’da bankalar
yabancı rakiplerinin elde ettikleri karlardan geri kalmamak için, ABD mortgage
bonolarını almışlardı, dolayısıyla krizden onlar da etkilendiler. Avrupa’da da
bankalar batmaya ve insanlar işlerini kaybetmeye başladılar. Bankaların
batması, şirketleri de batırıyordu. Tüm dünyanın üretiminin en büyük alıcısı
olan Avrupa ve ABD’de kriz olması, üretici olan Uzakdoğu’yu da vurmaya başladı.
Kriz bir virüs gibi ABD’den, Avrupa’ya oradan da tüm dünyaya yayılmıştı.
Biz Türkiye olarak bankacılık alanındaki krizimizi 2001
senesinde yaşadığımız ve mortgage denilen olay Türkiye’de çok yeni olduğu için,
reel sektör yani ticaret yapan şirketler hariç krizden çok etkilenmedik. Evet, yabancı
yatırımcıların satışları yüzünden borsamız çöktü, ama çok kısa zamanda tekrar
toparladı. Bankalarımız batmadı, devlet ekonomik olarak güç kaybetmedi.
Finansal sistemin mucidi olan ABD, krizden çıkmanın yolunu
kısa zamanda buldu. ABD dolarının tüm dünyada geçerli olmasını fırsat bilerek,
para bastılar ve bankalarındaki batık mortgage bonolarını satın aldılar. Batan
bankalar ve şirketler ya devlet desteği gördüler, ya da daha güçlüler
tarafından satın alındılar. Aynı taktiği Avrupa’da denedi ama farklı
ekonomilere sahip olmasına rağmen tek para birimi kullanıyor olmak Avrupa’ya
yaramadı. Birlik içindeki ekonomisi bozulan ülkeler, kıtayı zor durumda
bıraktılar.
Tüm bu yaşananlar ve basılan paralar sonunda aslında pislik
halının altına süpürülmüş oldu. Karşılıksız para basılması sebebiyle yaşanan
para bolluğu, aslında çok sıkıntı yaşamamış şirketlerin hisseleri ucuzladığı
için sermaye piyasalarına aktı ve borsalar ralli yaptılar, tüketim arttı,
ticarete can geldi. Tüm dünya 2009’u yara sarmakla, 2010-2011-2012' yi ise
kayıpları telafi edip, üste para kazanmakla geçirdi.
Türkiye’de ise uygulanan politikalar sonucu refah artmış
gibi göründü. Aslında biraz da arttı ama göründüğünden çok daha az olduğundan
emin olabilirsiniz. Bugüne kadar devletten aldığı faiz ile para kazanan rantiye
kesim, düşen faizler sebebiyle eski tatlı karı elde edemeyince başka mecralara
soyundu. Borsa, yerli yatırımcıyı yıllar içinde defalarca sopaladığından, ve
zarar etme kağıt üstünde hemen belli olduğu için, faiz sebebiyle her ay alacağı
parayı bilen kesim, başka bir aylık gelir getiren gayrı menkul sektörüne girdi.
Bankalarda faiz almak için bekleyen milyarlarca TL, deprem riski yüzünden haklı
bir sebebi de olan inşaat sektörüne akmaya ve projelerini finanse etmeye
başladı. Neticede 2-3 sene gibi kısa bir zamanda milyon dolar altında satılan
evler gecekondu muamelesi görmeye başladı. Bir evin maliyetini belirleyen unsurlar
inşaat maliyeti ve arsa maliyeti olduğundan, talep artması sebebiyle inşaat
malzemeleri ve arsa fiyatları da artmaya başladı. İnşaat şirketleri her yeni
projeye daha fazla çimento, demir vs parası ödeyerek ve daha fazla arsa parası
ödeyerek başlamak zorunda kaldılar. TOKİ ise bir anda Türkiye’nin en büyük arsa
spekülatörü oldu ve kat karşılığı inşaat şirketleri ile ortak olmaya başladı.
Gayrı menkul sektörüne ilginin artması, adını bugüne kadar
hiç duymadığımız inşaat şirketlerinin türemesine, dev dev projelerin hayata
geçmesine ve eli azcık para tutan biraz da cesareti olan herkesin müteahhit
olmasına olanak tanıdı. İstanbul’un her yerinde villa ve residencelar pıtırcık
gibi çoğaldılar. Satılan dairelerin lansman fiyatı ile bitmiş fiyatı arasında 5
kata kadar ulaşan artışlar gözlenmeye başladı. Bugüne kadar da, 1-2 kötü
tecrübe hariç, pek bir aksaklık çıkmadan gelindi ama bizdeki bu saadet zinciri
ne zamana kadar devam edecek?
Gayrı menkul sektöründe uzun vadede evi kime sattığınızın
çok önemi vardır. Evi satın alan kişinin sektöre etkisi; oturacaksa başkadır,
kiralayacaksa başkadır, fiyatlar arttığında satmak için almışsa yani
yatırımcıysa bambaşkadır. Konut işinde en çok arzu edilen, satın alan kişilerin
bu konutlarda oturmalarıdır. Doğru amaç da bu değil midir zaten? Herkesi ev
sahibi yapmak. Fakat konut açığı olduğu söylenen İstanbul’da bu açığın büyük
bir kısmı artık doyurulmuş gibi görünüyor. Halk 4-5 senedir alacağı kadar evi
aldı, alamayanlar ise zaten bu fiyatlardan alabilecek gibi durmuyorlar. Şimdi
işler biraz daha riskli bir boyut almaya başladı. Artık konut projeleri eskisi
kadar çabuk satılmıyor. Çok büyük beklentilerle başlayan yatırımların sonunda
biten binalar hayalet kuleler gibi görünmeye başladılar. İnşaat şirketleri
artık maketten projenin tamamını satamıyorlar. Lansman döneminde sattık denilen
kısımlar, yatırımcı olarak girdiği her projeden 20-50 hatta 100 ev alan kişilerin
aldığı daireler. O kişilerin de amacı, lansman bitince müteahhit firma fiyatları
arttırmaya başladığında kar elde ederek tekrar satmak. Eskiden müteahhit firma tüm
projeyi sattığından, alan yatırımcıların sonrasında ne yaptığıyla
ilgilenmiyordu ama artık o yatırımcılar, müteahhit firma için birer rakip olmaya
başladı. En son Kadıköy ilçesinde kentsel dönüşüm şemsiyesi altında
başlayan yapılaşma, vadede çok daha fazla evin satışa çıkarılmasına neden
olacak. Esas kentsel dönüşüm bölgeleri olan Fikirtepe ve Kartal’da yapılması
planlanan konutların ve Avrupa yakasında yapılması planlanan büyük projelerin kimlere
satılacağını hiç sormuyorum bile. Bazılarınız, yabancıya konut satışına izin
verildi, onlar gelir alır diyebilir ama İstanbul’da ev almayı düşünecek
yabancıların, birkaç butik proje haricinde başka konutlarla ilgileneceklerini
hiç sanmıyorum. Zaten kanun çıktığından
beri de öyle projelerin kökünü kurutacak bir alım da görülmüş değil. Biz yabancılara
plaza katı satalım derken, ilerde yalılarımızı, zengin araplara kaptırmayalım
da.
Tekrar yerelden globale, mikrodan makroya geçmek gerekirse,
basılan paralar neticesinde artan borsalar da zirvelere gelindi, ve oralardan
dönüşler bile başladı. Ekonomiler hala kırılgan ve uzun bir süre daha da tam
olarak virüsü atlatmış değil. Mikrop bir süre vücutta uyudu ve uyanması da an
meselesi. Türkiye’de ise inşaat
şirketleri, bisikletin pedalını çevirmezlerse düşecekleri korkusuyla sürekli
yeni projelere giriyorlar; fakat inşaatı bitmeye yaklaşmış ama satışı devam
eden mevcut projelerde fiyatlar eskiden başlangıç fiyatının 3-4 katına çıkarken şimdi ise ciddi fiyat düşüşleri görülüyor. İnsanlar düşük faiz
ortamı yüzünden kaçırdıkları karları gayrı menkule yatırım yaparak yerine
koyabileceklerini düşündüler ama 2011 ve 2012 de konut alanların çok büyük
çoğunluğu şu an o konutları aldıkları fiyata bile satamayacak durumdalar.
Şimdilik kırık sıcak, ağrısı pek anlaşılmıyor. Gayrı menkul
fiyatları borsa ekranındaki şirket fiyatları gibi anlık görünmediğinden
yatırımcılar zararlarını çok hesap edemiyorlar ya da ümitleri hala yüksek ama benim
yıllar içerisinde borsadan öğrendiğim bir şey var. Global çapta hareket eden büyük sermayeler, borsalar, döviz, gayrı menkul ve emtialar gibi fiyatları düşüp çıkan enstrümanlardan para kazanır. Ucuzken pozisyon alır, fiyatlar artınca da satarak karı cebine koyar ve tekrar pozisyon alabilmek için yine fiyatların düşmesini ister ve bunu da bir şekilde sağlar. Yani dünyada hiçbir şey sonsuza kadar
düşmez ve hiç bir şey de sonsuza kadar çıkmaz.
Tolga bey, siz tam bu yazıyı yazdığınız günlerde Halkbank şirketi HLGYO 1.35-TL den halka arz edildi daha doğrusu kakalandı. Beşbuçuk yıl sonra bugün hissenin fiyatı 0.60-TL. Bugün anlıyoruz ki oluşan gayrimenkul balkonundan Devlet Bankası nın şirketi de nasibini almış. Çok yüksek fiyattan küçük yatırımcıya "arz" edilmiş. Bu yazınızı okuyup analiz eden biri o zaman kesinlikle almazdı bu hisseyi. Peki bundan sonra ne olur?
YanıtlaSil