14 Aralık 2011 Çarşamba

Do you know where you're going to?..... Do you like the things that life is showing you?.......

Aynaya en son ne zaman baktınız? Ama makyaj yapmak, diş fırçalamak ya da traş olmak için değil, kendinizle yüzleşmek için. En son ne zaman iki elinizi lavabonun kenarlarına dayayıp, aynadaki aksinizin karşısına dikilip, kendinize meydan okudunuz?

Genelde yapamıyoruz maalesef. Konu hayatın acımasız gerçeklerini kendimize ifade etmek olunca, başaramıyoruz. Kendimizi kandırmak, amaan sende demek, pislikleri temizlemek yerine onları halının altına süpürmek daha kolay geliyor. Bir şekilde düzelir nasılsa diyoruz, başkası mutlu mu ki diyoruz, hayat böyle birşey işte diyoruz, ve hep geçiştiriyoruz. Depresyona girmemek için ve psikolojimizi sağlam tutmak adına çok da yanlış değil, başarısızlıklar, acılar, kederler ya da memnuniyetsizliklerle yüzleşmeyi ötelemek, çünkü acı tazeyken onlarla başa çıkmak çok daha zor. Peki ya sonrası?

Sonrası, öncesinden kesinlikle daha önemli. Zaman denen ilaç devreye girdikten ve sıkıntılar ilk andaki şiddetini kaybettikten sonra artık birşeyler yapmanın vakti gelmiş demektir. Sonrasında aynaya bakıp, kendimizle yüzleşmemiz ve Diana Ross'un bize sorduğu soruya içtenlikle cevap vermemiz gerek. Hayatımızdan memnun muyuz? Başımıza bu sıkıntılar neden geldi? Neler bizim elimizde, neler değil? Hangi kararları kendimiz veriyoruz, hangi kararları, toplum, çevre ya da ailemiz bizim adımıza veriyor? Gelecekten ne bekliyoruz? Hayal ettiğimiz yolda gidebiliyor muyuz? Hayal ettiğimiz yol akılcı ve rasyonel mi? Yoksa hayatımızı bir hayal uğruna mı harcıyoruz? Mutlu muyuz? Yoksa mutlu olabilmek için herşeye sahipken yine de mutsuz muyuz? Bunların sebebi kendimiz miyiz, yoksa bize dayatılan, kodlanan şeyler mi bu düşünceleri taşımamıza sebep oluyor? Yoksa allaha bin şükür sağlığım yerinde, mutluyum ve huzurluyum mu diyoruz.

Sağlığın bozulması, yaşlılık, ölüm, doğal afetler gibi hayattaki bazı dertler, bizim dışımızda gelişen bizim engelleyemeyeceğimiz dertlerdir. Engelleyemeyeceğimiz dertler için yapacağımız fazla bir şey yoktur, ve kendimizi ya da talihimizi suçlamanın da bir anlamı yoktur. Zaman, gereken tedaviyi uygulayacaktır. İflas, boşanma, yalnızlık, işsizlik, başarısızlık ve benzeri dertler ise bizim sebep olduğumuz dertlerdir. Sebepleri de, çözümleri de bizdedir. Sağlığımızın bozulması eğer kendimize kötü baktığımız için olmuşsa yine sebebi bizizdir. Başımıza gelen sıkıntıyla yüzleşmeli, sebebini belirlerken kendimize karşı dürüst olmalı ve çözümü için de adımlar atmalıyız. Bir şekilde düzelir nasılsa dememeli, ben bu işi düzelticem demeliyiz. Başkası mutlu mu ki dememeli, başkası beni ilgilendirmez, ben mutlu olucam demeliyiz. Hayat böyle bir şey işte dememeli, hayat çok güzel ve yaşamaya değer, ben onu daha da güzelleştiricem demeliyiz. Biz kendimiz mutsuz olursak kimi mutlu edebiliriz ki? Mutluluk bir şeylere sahip olmakla ya da hedeflere ulaşmakla gelmez, o şekilde yaşanan hazzın adı tatmindir ve bir süre sonra da yok olup gider. Mutluluk ulaşılması gereken bir yer değil, yolculuğun kendisidir.

Her birey kendi hayatını yaşar, bu sebeple bize bizden başkasından fayda yoktur. Kendimiz düştüysek, yine kendimiz kalkıcaz demektir. Yeter ki kalkmak için neler yapmamız gerektiğini iyi belirleyelim. Yeter ki silkinelim, üzerimizdeki ölü toprağını atalım, aynanın karşısına geçelim, kendimizi kandırmayalım, gerçeklerle yüzleşelim, kararlı olalım, sorumluluk alalım ve harekete geçelim. Hayat çok hızlı bir şekilde akıyor. Kendimiz için birşeyler yapmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Şimdi değilse ne zaman?

Akıntıyla sürüklenen dal parçası olmayın, nehirin kendisi olun.


Tolga AYKUT


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder