Annemle babam avrupadayken, ben anneannemin Çankayadaki evinin kocaman salonunda top oynar, arada geldiğim misafirlik ziyaretlerine kıyasla daha uzun kaldığım için de, ilk kez geldiği evi keşfetmeye çalışan bir kedi gibi, evin her bir köşesini karıştırır, anneannemin uzun zamandır arayıp da bulamadığı ne varsa ortaya çıkarırdım. Oğlum sucuk gibi oldun, gel sırtına şu bezi koyayım demesine aldırmadan akşama kadar ordan oraya koşturur, akşam üstü olduğunda ise beraber, harika bir Ankara manzarasına sahip kocaman balkonunda çiçekleri sular, sonra da akşam yemeği için sofrayı kurmasına yardımcı olurdum. Ben çok severim diye menü hep köfte makarna ve yoğurt olurdu. Anneminkinden farklı olarak anneannem, içine biraz da maydonoz koyduğu köfteleri kızartır, masadan ketçabı hiç eksik etmez ve harika hoşaflar yapardı. Onun sayesinde ben annemlerin 10 günlük seyahatinin nasıl geçtiğini anlamam, hatta o 10 gün de bana, kendi evimden uzak olduğum için tatil gibi gelirdi.
Sonra benim için okul dönemi başladı ve babamın da emekli olması ile annemlerin avrupa tatilleri gitgide azaldı. Sonrasında biz ailecek İstanbul'a taşındık ve anneanne evindeki tatillerim bir süreliğine sona erdi. Yıllar sonra lise döneminde, anneanne tatilleri yine başladı. Şubat tatillerinde 1-2 arkadaşımı da yanıma alıp Ankara'nın yolunu tutmaya başladım. Anneannem ayrı şehirlerde oturduğumuz ve daha az görüşebildiğimiz için, yaşı çok daha ilerlemesine rağmen aynı keyif ve mutlulukla ağırlardı bizi. Lise bittikten sonra üniversite ve iş hayatı yine bizleri ayırdı. Büyümenin ve özgürleşmenin getirdiği gençlik heyecanıyla yolumuz daha az düşer olmuştu Ankara'ya artık, ta ki askerlik zamanı gelene kadar. Askerlik için kurada Ankara çıkınca, anneanne tatilleri tekrar başlayacak diye çok sevinmiştim. Kısa dönem yaptığım askerliğimde, hafta sonları çarşı iznine çıktığımda soluğu anneannemin evinde alır, onun hazırladığı prenslere layık kahvaltıyı yapar, sonra da uzun uzun sohbet ederdik.
Benim anneannem hep yaşlıydı, ben çocukken annemlerin tatilleri sırasında bana bakarken de yaşlıydı, lise yıllarında arkadaşlarımla kendisini ziyaret ettiğim zaman da yaşlıydı, üniversite bitip, iş hayatında bir beş sene geçirdikten sonra askerliğimi yaptığım zamanda yaşlıydı. Kendimi bildim bileli yaşlıydı anlayacağınız. Hep yaşlıydı ama son zamanlarda iyice yatağa mahkum olmuştu. Uzun süredir tedavi görüyordu ama artık yorulmuştu. Geçtiğimiz salı bir anda 92 yaşında bize veda etti. Otuzsekiz senedir özlediği kocasının yanına defnettik kapalı ve iç karartıcı bir Ankara gününde. Ben inanamadım, hala da inanamıyorum. Hayatım boyunca hep yaşlı olduğu için, belki de bana ölümsüz gibi gelmişti. Hep vardı, hep ordaydı, hep de olacaktı. Bana maydonozlu köfteler kızartan, birbirinden güzel hoşaflar yapan, nerden buldun oğlum onu ben de kaç gündür onu arıyordum diyen, prenslere layık kahvaltılar hazırlayan anneannem artık yok. Her ölüm erken ölümdür. Gökten bir yıldız kaydı ve benim tek dileğim, nurlar içinde yat ve mekanın cennet olsun anneannecim.
Tolga AYKUT